Mehmet DOĞAN -GazDay Genel Müdürü
İklim değişikliği tüm dünyanın gündemindeki yerini giderek pekiştiriyor. Artık iklim krizi olarak anılmaya başlayan bu çevresel dönüşüm, Avrupa Birliği’nin de (AB) en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. AB, Yeşil Mutabakat (YM) adını verdiği kapsamlı programla bu krize kendi değerleri doğrultusunda bir çare arıyor. AB’nin Yeşil Mutabakat’ı küresel salgın sürecinde yavaşlayan ekonomiyi hızlandırmanın ve küresel çapta yeni bir dönüşümün öncüsü olmanın yolu olarak da gördüğünü düşünenler de az değil.
YM, yeşil dönüşümü tüm sektörler için öngörse de özellikle enerji sektöründe devrim niteliğinde değişimler getirmesi bekleniyor. DÜNYA Gazetesi’nin 26 Mayıs günü ev sahipliği yaptığı webinarda AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Nikolaus Meyer-Landrut, Deloitte Enerji ve Doğal Kaynaklar Sektör Lideri Elif Düşmez Tek, İTÜ Kimya Mühendisliği öğretim görevlisi Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu, TEPAV’ın Bölge Çalışmaları Program Direktörü Prof. Dr. Güven Sak ve Türkiye Doğal Gaz Dağıtıcıları Birliği Başkanı Yaşar Arslan ile birlikte Yeşil Mutabakat’ı enerji perspektifinden ele aldık.
AB, Yeşil Mutabakat ile kıtadaki emisyon oranlarını 2030 yılına kadar 1990 oranlarına kıyasla en az %55 oranında azaltmayı, 2050 yılına gelindiğinde karbon emisyonlarını sıfırlayan ilk kıta olmayı hedefliyor.
Ancak YM sadece bir AB projesi olarak kalmayacak gibi görünüyor. İklim krizinin salt kendi çabaları ile çözülemeyeceğini vurgulayan AB, bu süreçte üye ülkelerin yanı sıra AB ile ticaret yapan ülkeleri de emisyonlarını düşürmeye zorlayacak. Hasılı, çanlar bizim için de çalıyor.
AB, özellikle enerjinin yoğun olarak kullanıldığı sanayi sektöründe emisyonları düşürmeyi hedefliyor. Ancak üretim süreçlerinin AB’nin katı emisyon kurallarının geçerli olmadığı AB dışı ülkelere kaydırılabileceği endişesi var. “Karbon kaçağı” adı verilen bu olguyu engellemek için YM kapsamında adını kibarca “sınırda karbon düzenlemesi” koydukları bir karbon vergisinin hayata geçirilmesi söz konusu.
AB, halihazırda sınırda karbon düzenlemesinin detayları üzerinde istişarelerini sürdürüyor. Her ne kadar ihracatının yarısını AB ülkelerine gerçekleştiren Türkiye’de şirketler ve sektörler Yeşil Mutabakat konusunda teyakkuza geçmişse de, bu gelişmelere ne denli hazırlıklı olduğumuz son derece tartışmalı.
Meselenin özü şu: Avrupa’ya ihracat yapan şirketler ve karbon yoğun sektörler bu yeni sürece karbon ayak izlerini düşürerek hızla uyum sağlayamazsa, AB’deki pazar paylarını ya Avrupalı şirketlere ya da karbon emisyonlarını düşürmede daha başarılı olmuş başka ülkelere kaptıracak.
Sınırda karbon düzenlemesi yürürlüğe girerse, belli bir ürünün karbon salımı hesaplanırken ürünü oluşturan tüm bileşenlerin üretim süreçlerinin de hesaba katılması bekleniyor. Yani bir otomobilin karbon ayak izi için, otomobili oluşturan tüm parçaların karbon ayak izinin hesaba dahil edilmesi istenecek; parça üreticilerinin ve taşeronların karbon salımı performansı da dikkate alınacak. Bu durumda, karbon vergisi uygulaması yalnızca AB’ye doğrudan mal satan şirketleri değil, onlara hammadde ve yarı mamul sağlayan şirketleri de ilgilendiriyor.
Sınırda karbon düzenlemesinin rekabet gücü üzerindeki etkisi, ekonominin tamamına yayılacak. Dolayısıyla ihracata konu olan ürünlerin üretiminde doğrudan ya da dolaylı olarak yer alan tüm şirketlerin, kendilerini bu dönüşüme hazırlaması gerekiyor.
Üretimin temel girdileri arasında yer alan enerji, YM planlarında ve uyum sürecinde hayati bir yer tutuyor. Bu çerçevede emisyon oranı yüksek fosil yakıtların terk edilmesi, yenilenebilir enerjinin desteklenmesi ve hidrojen gibi yeni teknolojilerin yaygınlaşması bekleniyor. Gerek ülkelerin gerekse şirketlerin karbonsuzlaşma için temiz enerjiye yönelmeleri şart. Bu kapsamda alınabilecek önlemlerin bazılarının ulusal düzeyde olması gerekecek. Örneğin elektrik üretiminde emisyon oranları çok yüksek olan kömür santrallerinin hızlıca devreden çıkarılması, yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimine azami düzeyde ağırlık verilmesi, yenilenebilir kaynakların süreklilik konusundaki eksiklerinin ise barajlı hidroelektrik santralleri ve kömüre kıyasla çok daha düşük emisyon oranına sahip doğalgaz ile kapatılması şart.
Şirketler de kendi içlerinde bir dönüşüm başlatarak gerek elektrik gerek ısı üretimi için enerji ihtiyaçlarında temiz kaynakları tercih etmeli; enerji verimliliği olanaklarını sonuna kadar kullanmalı. Bu bakımdan şirketlerin, örneğin temiz enerji üretimini kendileri yapmak ya da kendilerine özel yaptırmak gibi yenilikçi çözümler geliştirmesi söz konusu olabilir.
Birçok gözlemci gibi ben de, bu dönüşümü bugünden yarına gerçekleştirmesi güç görünen belli AB ülkeleri ve Türkiye gibi ticaret ortakları özelinde, emisyon oranları görece daha düşük olan ve ileride hidrojen dönüşümüne olanak tanıyan doğalgaz gibi yakıtların kullanılmasına izin verecek bir geçiş sürecinin tanınmasının faydalı olacağına inanıyorum.
Ancak 26 Mayıs’taki webinarda da üzerinde ortaklaştığımız en temel noktalardan biri şu oldu: Türkiye ulusal hedefler ve yol haritası belirlemeden ne Yeşil Mutabakat’a uyum gösterebilir, ne de herhangi bir finansman olanağına erişim sağlayabilir. Dolayısıyla acilen bir ulusal diyalog ve hazırlık süreci örgütlememiz, başka ülkelerin geliştirdikleri çözümleri gözlemlememiz, kendi koşullarımıza en uygun çözümleri geliştirmemiz, artık tüm dünyayı pençesine almış çevresel kaygılar konusunda uluslararası hassasiyetlere sırt dönmeden yeşil dönüşümü nasıl içselleştireceğimizi ve kurumsallaştıracağımızı ciddiyetle düşünmemiz gerekiyor
DÜNYA Gazetesi.
Haber Linki:https://www.dunya.com/kose-yazisi/enerji-perspektifinden-yesil-mutabakat/624337